Çok ta örnek bir yaşantısı ya da numune-i imtisal diyebileceğimiz kişiliği olmamasına rağmen orta karar bir Osmanlı aydını olarak gördüğüm Yenişehirli Avni Bey’den bahsetmek istiyorum müsaadenizle. Namık Kemâl ve Şinâsi isimlerini belki hatırlarsınız. Her ikisini de etkilemiş olan bu Osmanlı aydını birkaç beyti ile klasik kültürümüzün o kadar kuvvetli yanlarına işaret eder, daha doğrusu klasik kültürümüzün zenginliğine öyle bir delil teşkil eder ki temas etmeden geçemedim. Bir beytinde şöyle der meselâ;
Bin safsata bir mısra-ı bercesteye değmez! İndimde esatir-i Felâtûn hezeyandır.
Bu beyitte söylediği şu Avni Bey’in;
Yüzlerce, binlerce işe yaramaz sözün bir araya gelmesiyle hasıl olmuş felsefi cereyanlar bizim kültürümüzde söylenivermiş bir mısra-ı berceste ile teraziye bile konamaz. Bir mısra-i bercesteye değmez. Mısra-ı berceste ne demektir? Berceste benzersiz demek, Mısra-ı Berceste eşsiz, benzersiz mısra; yani bu kültüre hakim olan bir kimsenin gönül şavkıyla, gönül perspektifinden söylediği benzersiz bir mısranın işaret ettiği hikmeti binlerce safsata, binlerce felsefi cereyan ile yakalamamız mümkün değildir. İndimde esatir-i Felâtûn hezeyandır. Felâtûn (Eflatun yani), Aristo vesaire batının perestiş ettiği, çok heyecanla öne çıkardığı filozofları tek celsede fersude bırakan hepsinin söyledikleri için ‘hezeyandır’ ‘ciddiye bile almam’ diyen vakur bir duruş gösteriyor.
Burada şu noktaya işaret etmek isterim, evet Yenişehirli Avni Bey bunları söylerken mesela Hicri 450 – 505 yılları arasında yaşamış olan büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gâzali hazretlerinin yaptığı gibi felsefi cereyanları özellikle Aristo felsefesini dipten tepeye metodik bir biçimde inceleyip perişan etmiş, cevaplarını vermiş de o metot dairesinde ilmi olarak mı söylüyor bunları? Hayır, öyle değil; ama bu duruş aydının bugün hasret olduğumuz duruşudur ki kendi kültürel değerlerine sahip, pergelin bir ayağı sapasağlam titremeden duran, kuvvetli bir şuur platformunda kendinden emin bir duruş sergiliyor. Günümüzün sözde aydınının hiç de böyle olmayan ve batıya büyük bir hayranlık, aşağılık kompleksi ile bakan duruşudur. İkisini karşı karşıya koyduğumuz zaman klasik kültürün değerlerine hasretimiz bir kat daha artıyor tabii ki.
Yine Yenişehirli Avni Bey’in bir beyti şöyle;
Ahibba şive-i yağmada mebhut eyler âdâyı Hüdâ göstermesin asar-ı izmihlâl bir yerde”
Diyor ki bir memlekette, bir müessesede, bir devlette, bir ailede ne bileyim bir ticari işletmede ne olursa herhangi bir organizasyonda Allah göstermesin izmihlal yani çöküş emareleri görünmeye görsün eğer bu husule gelirse dost zannettiğiniz bir çok kişinin yağma işinde düşmanı bile geride bıraktığı ve düşmana parmak ısırttığını görürsünüz diyor. Yani gerek dostların kıymetine işaret etmekle birlikle dost görünümünde olanların iyi günde, ikbal günlerinde yanınızda olanların, zor günde gemiyi erken terk eden en önce terk eden fareler gibi sizi yalnız bıraktıklarını ortamı yağmaladıklarını hatta yağma işinde düşmana bile parmak ısırttıklarını görürsünüz diyor.
Keza Yenişehirli Avni Bey’in şu beyti de son derece çarpıcı görünmektedir onu da arz etmek isterim;
Sanman kim taleb-i devlet-i cah etmeğe geldik Biz âleme bir yar için ah etmeğe geldik
Muazzam bir söyleyiş ile diyor ki; Bu aleme, bu dünyaya zannetmeyin ki makam, mevki, para şu bu elde etmek için geldik. Zannedilmesin ki biz bu dünyadan bir şeyler koparmak gibi bir arzu içindeyiz, bizi böyle zannedenler yanılırlar “biz aleme bir yâr için ah etmeğe geldik” Bu aleme geliş sebebi olarak gösterdiği kendisi için ah edilen yâr komşunun yeşil gözlü kızı, elâ gözlü kızı olabilir mi? Burada ilâhi aşktan bahsediliyor. Bezm-i elestte başlayan Elestü bi rabbiküm hitabına mazhar olmuş ruhlar âleminde bela cevabını vererek iman devletine kavuşmuş olanların ilahi aşkına işaret vardır “Biz âleme bir yar için ah etmeğe geldik” o yâr Allah dır. Allah hakiki yardır. Aşk Allah içindir. Aşkta kavuşma olmaz aşk sonsuzdur ve ancak Allaha aittir ve layıktır.
Av. Hayati İnanç