Yahyâ Bey’in Muhibbî’nin Gazeline Ta’şîr’i (Gazel-i Muhibbî Ta’şîr-i Yahyâ)
Hasta olmak gûş-mâl-i Hazret-i İzzet gibi
Her kişinin yalımın alçak ider gurbet gibi
Değme bir kimse göre gelmez refâhiyyet gibi
Nâleler gûya derây-ı rıhlet-i râhat gibi
Dâr-ı dünya cây-ı firkat menzil-i mihnet gibi
Devleti bir âlet-i hengâme-i zahmet gibi
Sağlıgın bünyâdı yok âyinede sûret gibi
Matla’ı şâh-ı cihânun maşrık-ı hikmet gibi
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Yandur erbâb-ı gurûru sôfî-i sâfî-sıfat
Râhat olmak ister isen meskenette mesken et
Dîde gibi şevk-ı nûrâniyyeti başa ilet
Evliyânun ayağı altı olur altı cihet
Mâni’-i işgâl-i Hakdır bezm-i ehl-i ma’sıyet
Her libâs-ı gafleti kılma hicâb-ı mağfiret
Târik-i dünyâdadur sırr-ı sürûr-ı âhîret
Gör ne der şâh-ı vilâyet nûr-ı ayn-ı ma’dilet
Ko bu ayş u işreti çün kim fenâdur âkıbet Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi
Hem-dem olma ney gibi ehl-i hevâyı eyle red
Aynı ile kıl ibâdet-hâneni mâ-beyne sed
Dâl-veş hâli değildir secdeden ehl-i hıred
Padişâha bendeye hayrâttır hayrü’-l veled
Sağ iken eyle murâdâtına muhtâcın meded
Ellere dest-i sehân ile murâd atını yed
Fırsatı fevt eylemektür kâr-ı bed efkâr-ı bed
Cümleye bu seyyid-i âlem sözü olur sened
Olsa kumlar sayısınca ömrüne hadd ü aded Gelmeye bu şîşe-i çarh içre bir sâat gibi
Gel der-i dervişe var kim ma’rifet deryâsıdur
Cân kulağına kelâmı dürr-i bî-hem-tâsıdur
Mahzar-ı envâr-ı Hak âyîne-i rûyâsıdur
Han-kâhında hakîkat Kâf’ınun Ankaasıdur
Kaf gibi i’tikâfı Mescid-i Aksaasıdur
Göz göre ayn-ı kanâat dîde-i binâsıdur
Gönlünün virânesinde kenz-i lâ-yefnâsıdur
Vâli-i âlî-makaali sözlerün evlâsıdur
Saltanat didükleri ancak cihân gavgaasıdur Olmaya baht u saâdet âlem-i vahdet gibi
Medd-i bi’smillah ile eyle var Allah’a yol
Kol kanad olsun sana havf ü recâsı sağ u sol
Mâil-i asl-ı usûl ol mâil-i asl-ı usûl
Lâyık-ı vasl-ı habîb et kendüni kıbl-el-vusûl
Hâtırını eyle vahdet-hâne-i rây-ı Resûl
Maksad-ı aksâyı gözle menzil-i maksûdu bul
Vây eğer dünyana meşgûl eyler ise nefs-i gul
Olagör Yahyâ gibi bir mürşid-i ma’kuule kul
Ger huzûr itmek dilesen ey Muhibbî fârig ol Var mıdur vahdet makaamı gûşe-i uzlet gibi
Efendim;
Aslen Arnavut olan ve Dukâkinzâde ismiyle marûf Taşlıcalı Yahyâ Bey yapmış bu ta’şiri. Ta’şir on’lama demek (aşere=10). Malûm olduğu üzere tahmîs yani beş’leme pek yaygın. Tesdîs ve tesbî’ (altılama ve yedileme) örneklerine de sıkça rastlanabilir ama ta’şîrin başka bir örneğini henüz görmedim.
Zeâmet sâhibi bir asker olan Taşlıcalı, devrinde yaşadığı Kanûnî merhûm tarafından, Bâkî Efendi ve Hayâlî Bey’lere gösterilen teveccüh ve alâkanın daha azına mazhar olmakla hafif tertip müştekî; “Hayâlî Bey’in gördüğü iltifâtı biz görsek, âlem şâir görürdü ammâ!” gibi serzenişleri de eksik değil.
Kanûnî merhûmun (Muhibbî), ilk beyti kısmen meşhur olan beş beyitli gazeline yaptığı işbu ta’şirin ilk kıt’asını mısra mısra îzâha çalışacağım:
Hasta olmak gûş-mâl-i Hazret-i İzzet gibi
[İzzet, ağır hastalıklarla imtihân edilen malûm ve meşhûr peygamber Hazret-i Eyyûb (aleyhisselâm) un sıfatı. Burada o telmih yapılmakla beraber Hazret-i İzzet, Allahü teâlâ demek. Gûş-mâl ise kulak çekmek, ihtar etmek manasında.
Mü’min üç şeyden hâli olmaz; illet (hastalık), kıllet (fakirlik), zillet (i’tibarsızlık). Kırk gün üçüne de uğramayan korkmalıdır. Behâeddin_i Buhârî’nin sözü malûm; “İhtiyaçsızlık azgınlığa sebep olur.”
“Derd ü belâ kemend-i mahbûbdur”
[Allah sevdiklerini dert ve belâ kemendiyle kendine çeker.]
(Mümin) kulun hastalığa uğraması, Allah’ın kulunun kulağını çekmesi gibidir. Böylelikle kul, Allahını hatırlar. Duası artar. Tevbesi artar. Âhirette ceza görmekten kurtulur. Binaenaleyh büyük nimettir. Dışı acı ilaçla kaplanmış şifa.
Neticeten, “hastalıkta şifâ var.”]
Her kişinin yalımın alçak ider gurbet gibi
Şu bakımdan gurbete benzer hastalık: Kişi memleketinde iken ne kadar zengin ve mu’teber olsa da, gurbete düştüğünde, fakirden farkı kalmaz, yelkenleri suya iner; hastalık da onun gibidir, herkesin ateşini söndürüp küle çevirir; boynunu büker, acze getirir.
Değme bir kimse göre gelmez refâhiyyet gibi
En güçlü kişiler dahî gönül huzûruna muâdil saâdet bulamaz.
Nâleler gûya derây-ı rıhlet-i râhat gibi
Ceres : Çan. Çöldeki bitmez tükenmez yolculukta duyulan tek ses. En öndeki devenin boynunda asılı olan çan. Artık onunla hayaller kanatlanır. Şiir nizama girer.
Hastanın inleyişleri, yola çıkan rahat kafilesinin hiç aralıksız ses veren ve yolculuğu hatırlatan ceres’i gibidir.
Rahat kafilesinin yola çıkması, Hafız’ın ve Şeyh Galib’in iki beytinde ifadeye konduğu üzere dünyadan ahirete gidişi remz eder.
Şöyle ki:
Marâ der menzil-i cânân şe emn ü ‘ayş çün her dem Ceres feryâd mîdâred ke-bâr bandid mahmel-hâ Hâfız-ı Şirâzî
[Ben bu yolculukta nasıl neş’e ve emniyet bulayım ki, göğsümdeki ceres (kalp) mütemâdî ihtârlarıyla ebedî yolculuğu bana hiç unutturmamaktadır.]
Gâlibâ hicret eden kâfile-i râhatdır Dil ki mânend-i ceres eyleyip efgân uyumaz Şeyh Gâlip
[Ey Galip! Veya galip ihtimâl (görünen) o ki, rahat kafilesi yola çıkmış, gidiyor. Gönül (kalp) ceres gibi figanlar etmekte ve uyumamaktadır. Figanın kesilmesi, yolun da bitmesi demek zaten.]
Dâr-ı dünya cây-ı firkat menzil-i mihnet gibi
Dünya evi, ayrılık mekânı ve sıkıntılar yurdu.
Devleti bir âlet-i hengâme-i zahmet gibi
Dünya hayatında bahşolunan makam ve mevki de, ferahlık ve zevk te’min etmek şöyle dursun, bilâkis işkence aleti gibi. Nitekim:
Kanuni Sultan Süleyman’a çalınan ineği için müracaat eden bir kadıncağız (Hayret! Hiçbir ön şarta tabi olmaksızın devlet başkanı ile görüşüyor.) Sultan’ın “çit yok muydu?” kilit yok muydu?” “bu kadar derin uyunur mu?” yollu azarını işitince –yine hayret!- “Pâdişâhım! Ben seni uyanık bildim de uyudum!” diyebilmiş.
Herkes rahat, devlet başkanına uyku bile çok görülüyor.
Sağlığın bünyâdı yok âyinede sûret gibi
Sıhhat dayanıklı bir şey değil ki; varlığı da kalıcılığı da, aynadaki suret kadar.
Matla’ı şâh-ı cihânun maşrık-ı hikmet gibi
Hele dikkat edin; cihan padişahının söze girişi, hikmet güneşinin doğuşu gibi parlak ve haşmetli:
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Herkes devleti bir şey sanır. (Ama sahibi olarak biliyor ve diyorum ki:)
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Bir nefes sıhhat gibi padişahlık yok.
Erbâb-ı tasavvuf ‘sıhhat’ yerine ‘sohbet’ der ki; aynı kökten müştâk sahâbî ve eshâb mefhumlarını –daha iyi- anlamamıza yardım eder.
Not: Daha önce kısmen temas ettiğimiz bu manzûmeyi bu defa ilk kıt’asını açıklayarak sunduk. Diğer kıt’aları da zaman içinde (kısmetse) izaha çalışacağız.
Av. Hayati İnanç