Her kimin âlemde mikdârıncadır tab’ında meyl – Fuzûlî’nin sever redifli gazelinden bir mısra.
“Herkesin kıymetinin ne olduğu, âmiyâne bir tabirle (ne kadarlık adam olduğu) meyl ettiği yani eğilim gösterdiği, kavuşmak arzûsunda bulunduğu şeyden bellidir.”
demeye gelir.
İmâm-ı Şâfiî’nin bir sözünü hatırlatıyor: “Aklı, fikri mîdesinde olanın kıymeti bağırsaklarından çıkan kadardır.”
Abraham Lincoln de demiş ki: “Para her kapıyı açar diyen adamdan korkarım; para için herşeyi yapar.”
Tek mısra’ını seçip aldığım gazelin baş tarafı hayret vericidir:
Cânı kim cânânı için sevse cânânın sever Cânı için kim ki cânânın sever cânın sever
[Belki izah istemez ama, sevgilisi için canını seven aslında sevgilisini samimi sevmektedir; kendisi için sevgilisini seven de aslında kendini sevmektedir, demeye geliyor.
Yani, niçin sevdiğine bakılır. Kilit soru ‘niçin’]
Bugün ‘gücü gücü yetene’ ilkesi ile hüküm sürmekte olan Batı Medeniyeti’nin bilgi disiplininde temel kavramı ‘know how = nasıl sorusunun cevabını aramak’ değil mi? Yani Batı nasıl’a bakar; cevabını bulduğu zaman da işi bitirdiğini düşünür.
Bizde durum bu değil. Biz ‘niçin’ sorusuna cevap ararız. İlim edindim… Niçin? Para kazandım… Niçin? Yendim… Niçin? Yenildim… Niçin?
Batılı dikkatle bakan için şu sözü anlayamaz “Gâliptir bu yolda mağlûp!”
Niçin?
Bütün hayatın anlamını veren soru. Şiir diliyle ifadesine Nev’î'(vefat 1699) den bir örnek:
Ferhâd’a öz vücûdu dağlarca hâil idi Yoksa değildi âciz ol Bî-sütûn elinden
Ferhâd’ın kısaca hikâyesi malûmdur:
Amasya’da yaşamış Ferhâd ve Şirin’e âşık. Arada Hüsrev adlı vezir var. Onun da gözü Şirin’de. Ancak, Ferhad garip, kimsesiz, fakir, en büyük sermaye olan aşkından başka hiçbirşeye malik değil; Hüsrev devletlû, sözü mu’teber…
Şirin der ki Ferhâd’a “Bak Ferhâd! Amasya susuz, su dağın arkasında; getir suyu sana evet diyeyim, Hüsrev de itiraz edemez bu durumda”
Zavallı Ferhâd… Bir başına dağı delebilir miyim diye hesap etmez, kaptığı gibi kazmayı dağı delmeye koyulur. Şimdi onun kazmasının izleri turistik mekân Amasya’da.
Çocukken derdi ki ninem Çoğu gitti azı kaldı Büyüdüm ihtiyarladım Çoğu gitti azı kaldı Vur kazmaya dağa Ferhat Çoğu gitti azı kaldı – Necip Fazıl Kısakürek
Bir süre sonra Ferhad’a bir haber gelir; kara haber. “Şirin öldü” derler. Deli olur Ferhad; dağa vurduğu kazmayı (tîşe, külünk) başına vurur bu defa ve oracıkta can verir.
Yazdığım beyitte Nev’î merhûm diyor ki:
[Ferhâd’ın önündeki asıl engel dağ değildi; dağı delerdi; mesele yoktu; ne var ki nefsine (bencilliğine, egoistliğine) mağlûp oldu.
E şimdi şunu sormak zamanı değil midir?
“Aman Nev’î üstad, zavallı Ferhad herşeyini verdi seve seve, canını da; ne oldu ki ona egoist dersin!”
Demek ister ki Nev’î üstâd: Ferhad, Şirin ile vuslat kaygısındaymış demek, bu ihtimâl ortadan kalkınca gücü kesiliverdi ve paydos etti. Halbuki Şirin öldüyse öldü; sâdık âşık için gerektir ki işi bitire. Zîrâ vuslat dâhil olmak üzere herhangi bir karşılık beklemek aşka ve âşıka yakışmaz!
Hani var ya;
Sen çıkarsan aradan Kalır seni Yaradan
Kudsî hadîste O (celle celâlüh) buyurur ki; “Seni kendim için yarattım; herşeyi de senin için; Benimle arada tek engel sensin sen”; yani benlik, yani ego…]
Halîfe Harun Reşid cariyelerinden birini üstün tutar ve bu durum diğerlerinin hasedini celb edermiş. Bir gün Halife, hazinesinin kapısında toplamış cariyelerini ve hepsine demiş ki; “tek parça olmak şartıyla neye yapışırsanız sizindir”.
Birbirinden kıymetli gerdanlıklar, kolyeler, küpeler, taçlar, zümrütler, yakutlar…
Her biri tutmuş birini ve tabii muazzam birer servet sahibi olmuşlar böylelikle.
Ancak o seçkin cariye dönüp bakmamış bile, har kadının aklını başından alan o ziynetlere ve Harun Reşid’in koluna yapışmış.
Soranlara da demiş ki “birden fazla maksat cürümdür; ben Harun’un koluna yapışmakla, Harun’u da, o cariyelerin hepsini de, aldıkları ve almadıkları her ziyneti de kazanmış oldum…”
Tekrar hatırlayalım isterseniz:
Her ki yek câ heme câ Her ki heme câ hîç câ
[Sabit kadem olan her yere kavuşur. Ayran gönüllü olan avucunu yalar.]
Gaye tek, ölmemek.
Av. Hayati İnanç