Dünyanın bilmem neresinde “Sürdürülebilir Kalkınma” “Sürdürülebilir Dünya Düzeni” falan gibi heybetli isimler altında toplantılar yapılıyor. İnsanoğlunun insan gibi yaşamayı unutmasının, korkutucu sonuçları karşısında gûyâ çareler aranıyor. Küresel ısınma gibi felâketler, çevre falan konuşuluyor.
Konuşulacak tabii. Şairin, “Allah’ın bir pulunu bekleyedursun dokuz kul / Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul” diye ifadelendirdiği vahşi ve egoist kültür dünyanın canına okudu çünkü. Yenişehirli Avni Bey’in şu beyti aklıma gelir nedense hep, bu bahiste:
Bin safsata bir mısra-i bercesteye değmez İndimde esâtîr-i Felâtun hezeyândır
Aşağı yukarı şu demeye gelir:
“Klasik kültürümüzün ikliminde benzersiz bir mısra ile ortaya konan hayat düsturu, zaman ve mekân algısı; havasından yanına varılamayan ve anlaşılmazlığı ile sözüm ona heybet telkîn eden felsefî doktrinleri tek celsede fersûde bırakır. O şatafatlı filozofik çıkarımlar sayıklama sözlerden ibarettir.”
Felâtun (Eflâtun yani)’ un şahsında o meş’um kültüre karşı, hayranlık uyandıran bir duruş gibi gelir bana.
Yine Yenişehirli şöyle söyler:
Sel gider kum kalır âhir buna âlem derler Eyleme âşık-ı üftâdeni ağyâra fedâ
Üftâde : Düşkün (Her iki anlamıyla da düşkün; yani vazgeçilemez tutkunun zebûnu ve himmete muhtaç halde.
Ağyâr : Gayrılar. Yabancılar. Sevdânı tanımayanlar.
Devlet-i âlînin idbâr vaktini yaşamıştır Avni Bey. Her alanda çatırdamaya başlamıştır ihtiyar dev. Okumuşları şaşkınlık ve kompleks içinde, Batı’ya hayranlık beslemeye başlamıştır. Cemil Meriç’in dediği gibi “zafer sabahlarınden bozgun akşamlarına gelindiğinde yorgun dev hafifçe uyuklamıştır ve kurnaz tilki devin kulağına şöyle fısıldamıştır: -Sen bir az gelişmişsin!”
Sel nasıl gelir, en azından tahmin edersiniz. Gürültülü, gösterişli. Sonra da gider. Hem de yıkarak gider. Elde var enkaz. Oysa kum alttan gelir; sessiz gösterişsiz. Gelir ve gitmez, kalır. Üstelik yıkmaz, yıkılanların tamirine yarar hatta. Evin-bağın olur, tarlan olur. Mütevazıdır, bereketlidir; topraktır. Vatandır.
Organizasyonlarda, ailelerde, devletlerde; sel gibi âlâ-yı vâlâ ile gelen, kurtarıcı görülen; hani bu bir insansa beş yıldızlı otellerde konaklatılan, uçaklarla seyahat eden; ideoloji falansa herkese dayatılan, ezberletilen, kabul etmeyenin adamdan bile sayılmadığı heyûlâlardır. İkbâlden idbâra düşülünce bir de bakarsınız gitmişlerdir; hem de yıkarak. Elde var enkaz.
İkbâlde iken de, idbâr vaktinde de iddiasız, sessiz, cefâkâr, vefâkâr hakîkî dostlar vardır bir de. Üftâdedirler. Toprak gibidirler.
Yetmişli yıllarda pek moda olan Hollanda inekleri vardı. Montafon, Holştayn (adlarından pek emin değilim de, öyle bir şeylerdi işte; o günleri yaşayanlar iyi bilirler) gibi adları vardı. Köylü adını bile bilmediği bu iri kıyım ineklerden edinmeye can atardı. İşbu azman Avrupalı inekler, bildiğimiz ineklere göre (ki onlara bizim oralarda kara inek -mahallî telaffuz aynen şöyle: garinek-, Orta Anadolu’nun bazı yörelerinde gödek inek denir) 5-10 kat, hatta daha fazla süt verirlerdi.
Hasan Dayı’nın bir gödek bir de Montafon ineği olur, ikisine çok farklı muamele edilirdi tabiî. Yemyeşil otlar, çeşit çeşit fennî yemler Montafon’a verilir, karşılığında bol bol süt alınır; kuru otlar, saman gödek ineğe verilir azıcık (ama hikmeti bilinmez pek lezzetli) süt alınır. Bir fark da şurada; Montafon azmandır, çok süt verir ama kenarın dilberidir, naziktir, ağır işe koşulmaz; halbuki katırın yapması layık ağır işler kara (gödek) ineği bekler. Yük çeker, çifte koşulur, çamura batmış arabayı, gerekirse dizlerini kanatarak çıkaran garip kara (gödek) inektir. Üstüne üstlük sosyete montafonların başına hiç gelmeyen üvendire ile kazma-kürek sapıyla dayak yemek de gödek ineğe düşer.
Derken Montafon yaşlanır, verimden düşer; artık ekonomik değildir. Alıştığı gibi beslesen verdiği süt ile zararda olacaksınızdır. Kenarın dilberinin br eti kalmıştır para eden. İşbilir bir celep tarafından, sucuk veya pastırma yapılmak üzere sahibinden satın alınır. Satılan bir maldır o kadar. Celep Montafonu kamyonete yükler, Hasan Dayı parayı sayar, kalır.
Ancak, gödek ineğin o vakti geldiğinde, yaşadığı müddetçe hiç iltifat etmeyen Hasan Dayı bir türlü satamaz; içi elvermez. Bugün yarın derken hiç ümit kalmayınca gözleri yaşararak kendi elleriyle keser. Gödek inek ev ahalisinin kanı olur, canı olur.
Yenişehirli Avni Bey’den son bir örnek daha takdîm edeyim:
Ehibbâ şîve-i yağmâda mebhût eyler a’dâyı Hüdâ göstermesin âsâr-ı izmihlâl bir yerde
Ehibbâ : Ahbaplar
Şîve : Tarz
Mebhût etmek : Hayretten parmak ısırtmak
Âsâr : Eserler
İzmihlâl : Çöküş
[Allah bir çöküş göstermesin. Ahbâbın, yağmalama işinde düşmana bile parmak ısırttığını görürsün. Maâzallah!]
Batan gemiyi önce terk eden fareler gibi, ya da sel gibi gelip de yıkıp giden sahte dostlar gibi değil de; haysiyetiyle sonuna kadar sabreden asil yolcu ya da o gödek inek gibi olmak mürüvvet.
‘Sürdürülebilir’ falan diye açtığım bahis başka bir tarafa gidecekti; başka şeyler söyleyecektim ama olmadı; söz uzanıp buralara geldi. Kısmetse asıl diyeceklerim bir diğer yazının konusu olacak.
Av. Hayati İnanç