Dördü de yaklaşık olarak aynı ma’nâyı tazammun eden (ağır bir Türkçe oldu galiba) biri, Nev’î’ye, biri Muhibbî’ye (Kanuni Sultan Süleyman) biri de Bâkî’ ye ait dört beyt üzerinde duralım:
Sultan’dan başlayalım isterseniz;
Mülk-i dünyâ kimseye kalmaz sonu berbâd olur Ey Muhibbî şöyle farzet kim Süleymân olmuşum
Ma’nâ açık.
Ancak şu dikkat çekiyor; şair Kanuni Sultan Süleyman’dır. Yani adı Süleyman. Böylelikle –Batılıların deyişiyle- Muhteşem Süleyman da olsan (ki olmuş bulunuyorsun) dünya mülkü kalıcı değil ve berbat olmaya mahkûm; bunun idrakinde ol ey Süleyman (Muhibbî).
Öte yandan klasik edebiyatımızda ‘Süleyman da olsan’ tarzında bir ifade, Peygamber olmakla beraber; ins ve cin dahil bütün dünyaya Sultan olan ve hayvanların dilini bilen Hazreti Süleyman’dan mülhemdir.
Hem hevâ üzre seyr eder taht-ı Süleyman dediler Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde – Ziya Paşa
[Rüzgâra emretmesiyle hareket eden Hazreti Süleyman’ın da tahtının yerinde şimdi yeller esmektedir. Bu dünyada ele gireceklerle gaflete düşmeyesin ey kişi!]
Örneğinde olduğu gibi.
Nev’î ise demiş ki;
Nev’iyâ lâzım değil olmak filân ibn-i filân Ma’rifet kesb eyle tâ bir âdem ol âdem gibi
[Ey Nev’î gâfil olma, yanılma! (nasihati özüne tevcih ederek söylemek ayrı bir zarafet örneğidir) Filan oğlu filan olmak gerekmez. Marifet kazan, yani kalp gözünün açılmasına bak; irfan sahibi ol; adam gibi adam ol yani; hüner budur.]
Bâkî’ ye gelince –öyle ya Sultan’ın şiirini gördük, bakalım şiirin sultanı ne diyor-;
Tâc ü taht u saltanat berbâd olur çün âkıbet Kendini âlem serîrinde Süleymân oldu tut Bâkî
[Alem döşeğinde Hazreti Süleyman gibi olsan da, berbat olmaya mahkûm bir saltanattır elindeki, kalıcı değil.]
Hatırıma gayr-ı ihtiyârî geldi:
Rûzigârın böyle eyyâmından olma Örfî şâd Keştî-yi mihnet-zeden bahr-i serâb üstündedir
Keştî : Gemi, tekne
Mihnet-zede : Mihnete, sıkıntıya mâruz kalmış
[Bankerzede, kazazede der gibi yani. Gereksiz görülebilir ama, -zede yerine –zâde ekinin kullanıldığını esefle görüyoruz. –zâde, (…. oğlu) demektir; yani hata hüzün ve esef verici olduğu kadar, güldürücü de.
Bahr : Deniz
Serâb : Serap. Hayâlî görüntü.
[EY Örfî! (nasihatın yine kendi üzerinden) zamanın getirdiği mutluluk günlerinden sevinmeyesin. Değil bindiğin teknecik, onun üzerinde bulunduğu deniz dahî hayâldir.]
(Yeri geldi sayıp dahî ve dâhî kelimelerinin telâffuz farkına lütfen dikkat! Malum ilki –de, bile anlamında, ikincisi üstün zekâ sahibi anlamında. Sesli harfler üzerindeki uzatma işaretleri bulunmazsa, hassasiyet de pek adet olmayınca galîz hatâlar da kaçınılmaz oluyor.)
Şeref vermez dür ü güher kemâl olmaz zer ü ziver Hüner kesb et hüner bahr-i fazîlet kân-ı irfân ol Bâkî
[İnci, cevher sahibi olmak şeref vermez kişiye. Altın ve süs olgunluk getirmez. Hüner sahibi olmaya bak. Fazilet denizi ve irfan madeni ol.]
Gel de hatırlama:
Bed asla necâbet mi verir hiç üniforma Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir – Ziya Paşa
[Soysuza asalet mi verir giydiği üniforma? Som altından semer vursan eşek yine eşek.]
Av. Hayati İnanç