Ehl-i irfânım diye kimseye ta’n etme sen
Defter-i irfâna sığmaz söz gelir dîvâneden
İrfân : Ma’rifet. kalp gözü açıklığı. İrfân sâhibine ârif derler
(Sordular gönül sultanına âlim, ârif, velî ne demektir diye; şöyle cevap buyurdu:
-Kafa bilgilerine sâhip olana âlim denir
-Kalp bilgilerine sâhip olana ârif denir
-Hem kafa hem kalp bilgilerine sâhip olana velî denir.)
Ta’n etmek : Kınamak
[Ben bilgiliyim, okudum yazdım falan diyerek kimseyi küçük görmeye kalkma sakın. Çünkü deli bildiğin kimseden öyle bir söz sâdır olur ki, şaşar kalırsın; kitaplara sığmaz, aklın durur.]
Galiba ’91 senesiydi. Küçük bir ilçede avukatlık yapıyordum. Bir genel seçim öncesindeydik ve mübarek Ramazan ayı içinde bir yakın köye ziyarete gitmiştik. Teravih sonrası kır kahvesinde çay sohbetindeyiz. Tabii yaklaşan seçimler sebebiyle söz ister istemez siyasi partiler ve adaylar üzerinde dolaşıyor.
Köyde ‘deli’ denilen biri var. Adı Recep. Recep deli mi yoksa veli mi pek de malûm değil. Okuduğu liseden aşırı zekâsı sebebiyle kaçtığı, öğrendiklerinin kendisini (beynini) tatmin etmediği konuşuluyor. Okuldan kaçınca dağa çıkmış, bir -iki sene hiç görünmemiş. Sora çıkagelmiş.
Neyse bu -sözde- Deli Recep ile hafif tertip alay edenler bile biliyorlar ki, boş değildir O.
İŞte çay sohbetinde bulunduğumuz kır kahvesinde bu Recep de var. Dışarıdayız zaten; O kalabalığa sırtını dönmüş dikkatle göğü seyrediyor. Ben takılıyorum:
-Recep! Ne arıyorsun gökte?
-Yukarda çok şavk var da ona baktım; düğün var nedir? Acaba merdiven falan kurulsa çıkmak mümkün olur mu diye düşünüyordum.
-Boşver düğünü Recep, diyorum. Gel çay içelim.
Gelip katılıyor halkaya ve tam karşıma oturuyor. Aşağı yukarı 25 kişiyiz.
Ben de öylesine:
-Recep! Bak siyasiler köye gelip gidiyorlar; seçim de yaklaşıyor. Oyları ne yapacağız
diye soruyorum.
Şöyle bir bakıyor bana. Topluluk içinde en çok okumuş ben varım. Sıradan şeylerden bahsedenlerin tavrı içinde şunları söylüyor:
-Bunlardan biri oniki eylülden eveli (mahalli söyleyiş böyle; önce, evvel anlamında) örtülü darbe yaptı……….. Biri çok cıngarcı (kavgacı, geçimsiz demek)…………..Biri de güccük bi dere emme gendini ırmak sanıyo (küçük bir dere ama kendini ırmak sanıyor)………………
Hoppala! Gel de çık işin içinden. Yani ‘Delinin zoruna bak!’ cinsinden bir muammâ. Fakat işaret edilen üç siyasi partiyi kendimce şifreleri çözerek teşhis ettim. Zaten ihtilâf konusu dört partiden hangisine oy verileceği idi ve başkaca alternatif yoktu. Yani çözdüğüm şifreye göre bir şık kalmıştı.
Dedim ki:
-Yani oyları ……………..’a mı vereceğiz Recep?
Recep’ in bir anda şekli değişti. Kızmıştı. Şifreli konuşmayı seçmiş; anlayan için mesajını başarıyla sunmuştu. Evet ben de doğru anlamıştım. Ama açık söylemenin âlemi yoktu.
O öfkeyle gözlerini gözlerime dikti ve dedi ki:
-Bana bak! Sende firâset çok guvatlı (kuvvetli) emme (ama) dirâyet yok!
(Firâset, keskin görüşlülük demek, basiret demek, anlayışlılık demek. Dirâyet ise yönetim kabiliyeti, ilm-i siyâset, duruma ve kendine hâkim olabilmek, kararlılık falan demek)
Kendisi hâlen hayatta olan ve Deli diye anılan Recep bana demişti ki yani:
“Bak sen okumuş-yazmış adamsın. Hızlı anlıyorsun; buna bir diyecek yok. Zaten o kadarı da yediğin ekmeğin tuzunu ancak öder. Fakat son iki asırda mebzûl miktarda örneğini gördüğümüz üzere okumuşların çoğunda görülen dirayet noksanı sende de var gibi geldi bana. Her bildiğini söylemek marifet değil.”
Yukarıdaki beyt bu hatıramı canlandırdı.
Necip Fazıl merhumun şu mısralarını da hatırlattı.
Ne okudun ne öğrendin ne bildinse berhava
Yer çökmeden gök iki şak yarılmadan geçilmez
Varlık niçin yokluk nasıl yaşamak ne topyekün
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez
Ya da…
Kuyruğu etrafında dönen kedi hayrette
Alim ki hayreti yok ne boş yere gayrette
Yahyâ Bey’in muhteşem beyti:
Derûnî âşinâ ol taşradan bîgâne sansınlar
Bu bir zîbâ revişdir âkıl ol dîvâne sansınlar
[Kalp gözüyle görenlerden ol, dışarıdan câhil sansınlar seni. Husûsî ve güzel bir gidiştir şu ki; sen akıllı ol da seni deli sansınlar.]
Deli olmadan veli olunmazmış.
Av. Hayati İnanç