Kitap tutkusu dendiğinde öncelikle akla gelmesi gereken isimlerden biridir, Diyarbakırlı Ali Emîrî Efendi. Kaşgarlı Mahmûd’un nâdide eseri Divân-ı Lügat-it Türk’ün yeryüzünden kaybolmamasını, destansı bir gayretle temin eden de O’dur.
Bütün ömrünü harcayarak onbeşbin cilt kadar kitap topladı. Her birini elde etmek için, günümüz ölçülerine göre en azından çılgınlık denecek işler yaptı, varını yoğunu harcamakla kalmadı, gerektiğinde en yakın dostlarıyla, vezir-vüzera ile düşman oldu ve sonra bütün kitaplarını Millet Kütüphanesini kurmak üzere vakfetti. Kütüphane İstanbul / Fatih’tedir.
O’nun beytidir:
Âdetimdir nezd-i cânânımda olmak girye-nâk
Rûz içinde seyr-i kevkeb isterim meşreb bu ya
Rûz : Gün. Gündüz
Kevkeb : Yıldızlar
Meşrep : Tabîat, karakter, huy
Girye-nâk : Çok ağlayan
(Gözyaşı damlaları klasik şiirimizde yıldızlara benzetilir.)
[Sevgilimin karşısında sürekli ağlamak adetimdir. Güpegündüz yıldızları seyretmek ister gibiyim. Olacak şey değil tabiî ama ne yaparsın, huy işte…]
Kendisi 1924 yılında vefat etti. Ertuğrul Gazi’den başlayarak, Osmanlı Sultanlarının şiirlerinden örnekleri bir araya getirmiş ve fakat zamanında yaşadığı Sultan Beşinci Mehmed Reşad’ın elinden çıkmış şiire rastlayamayınca bir mektupla kendisinden istemiş ve bunun üzerine Sultan Reşad, Emîrî Efendiyi kırmayıp, o vakitler (1915) yarası pek sıcak bulunan Çanakkale Harbini konu alan beş beyitli bir gazel yazarak kendisine tevdi etmiştir.
İşbu gazele sayısız tahmisler yapılmış ise de, en başarılısı Yahya Kemâl’ e aittir. Tamamını aşağıya derc ettiğim beş kıt’anın her birinde, ilk üç mısra Yahya Kemâl’e ve son iki mısra Sultan Reşadâ aittir:
Cepheden topları ejder gibi bârû-efken
Arkasından gemiler bir sürü dîv-i âhen
Gökte tayyarelerinden saçarak nâr-ı fiten
Savlet etmişti Çanakkal’aya bahr ü berden
Ehl-i İslâm’ın iki hasm-ı kavîsi birden
[İslâm âleminin iki büyük ve kuvvetli düşmanı olan İngilizler ve Fransızlar güçbirliği ederek, surlar yıkan ejderhalar gibi toplarıyla ve demirden birer dev gibi olan gemileriyle, gökten yere fitne ateşleri yağdırarak, karadan ve denizden Çanakkaleye saldırmışlardı.]
Kadın erkek anasından süt emen yavrumuza
Hepimiz canla sarıldık da vatan duygumuza
İntizâr eyledi gafletle adû korkumuza
Lâkin imdâd-ı ilâhî yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal’a-i pûlâd-beden
[Biz ise, bütün millet yek-vücut okarak ve vatan sevgimize canla sarılarak müdafaaya geçtik. Düşman kuruntuya kapılmış ve korkmamızı ummuştu. Ancak ilâhî yardım yetişti ordumuza ve her bir neferi topla-tüfekle yıkılmaz bir kale halini aldı.]
Şükür Allaha ki gördüm bu mübârek sinde
Kahraman ordumu serhad’de muzaffer zinde
Müjde İran ile Tûrân’a vü Çîn ü Hind’e
Asker evlâdlarımın pîşgeh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
[Mezardaki bir şehidin ağzından: Allaha şükürler olsun ki, bugün kabrimden izlemekteyim ki, ordumuz kahramandır, zindedir. İran’a, Turan’a, Çin’e Hind diyarına müjdeleyin; asker evlatlarımın azmi önünde düşman aczini idrak ederek çekip gitmiştir.]
Allah Allaah nidâsıyle muhâcim ahrâr
Tepelerden boşalıp sâika-vâr ü kahhâr
Ettiler düşmeni bir öyle ki iclâ-yı kenâr
Kadr ü haysiyyeti pâmâl olarak etti firâr
Kalb-i islâma nüfûz eylemeğe gelmiş iken
[Esir alınamayan bu aziz milletin bütün fertleri Allah Allah nidalarıyla tepelerden düşmanın üzerine kahredici yıldırımlar gibi boşaldı ve düşmanı öyle safdışı etti ki; onurlarını Boğazın sularında bırakıp def olup gittiler; halbuki İslâmiyetin kalbine nüfuz etmeğe gelmişlerdi.]
Ruh-ı peygamberi tebşîre giderken şühedâ
Millet arkanda bugün vecd ile tekbir-serâ
Sen de mihrâb-ı hilâfette cebin-sây-ı senâ
Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ
Mülk-i İslâm’ı Hudâ eyleye dâim me’men
[Şehitlerin aziz ruhları Peygamber Efendimizin huzuruna müjde sunmaya giderlerken, millet arkanda coşku içinde tekbirler getirmektedir Padişahım! Sen şimdi makamında asil duruşunu hak etmiş bulunuyorsun. Sultan da diyor ki: “Ey Reşad! Şükür secdesine var ve iste Allahtan ki; İslâm memleketi daima emniyette olsun.]
Sizce yoruma hacet var mı?