Başlıktaki ‘içinde’ kelimesindeki ‘n’ harfine özel bir dikkatle bakalım. Günümüzde kullandığımız harf düzeninde her ikisini de aynı harfle gösterdiğimiz iki ses –dolayısıyla işaret ettiği mânâ- birbirinden ayırt edilemiyor. Biri bildiğimiz ‘N’ tabii de diğerini anlatmak biraz zor. Eskiler bu ayrımı iki farklı harfle görüyor ve gösteriyordu; ilki ‘nun’ ikincisi ‘sağır kef’. Lisaniyatçılar akademik çalışmalarda, bir transkripsiyon kuralı olarak, işbu sağır kefi, ‘N’ harfi üzerine dalgalı bir ufkî (yatay) çizgi koyarak gösterirler.
Bu sağır kef’in sesini Denizlili olmam hasebiyle (çaktırmadan memleketimin bir faziletine de vurgu yapmış oldum ya) iyi biliyorum. Hemen bütün Egeliler de iyi bilirler. Örnek vereyim:
“Eve gittiğini biliyorum” cümlesinde ikinci kelimedeki ‘n’ harfini eğer bildiğimiz şekliyle telaffuz ettimse, öznenin üçüncü tekil şahıs olduğunu herkes bilir; o gitmiştir eve.
Ancak, eğer, aynı harfi eskilerin ‘sağır kef’ le yazdığı veçhile, şöyle genizden (gunneli yani) telaffuz ettimse, yine herkes tereddütsüz bir biçimde bilir ki, mevzuu bahis olan şahıs, ikinci tekil şahıstır; (sen) gitmişsindir yani eve. Bu o kadar öyledir ki, söyleyen de dinleyen de yemin etse başı ağrımaz. Mahkemede bu suretle şahitlik etse biri, iltibâsa mahâl olmaz (bu iltibasa mahal olmamak tabiri, marka ve patent hukukunda pek bir önemli olup, neyin kast edildiğinin iyi anlaşılmayıp kargaşaya zemin hazırlanması demektir yaklaşık olarak.).
Konuşmayı ve okumayı daha çok severim ben ve yazmaktan hep uzak durmuşumdur. Yapamayacağıma da hep kendimi inandırmışımdır. Bu inancımı halen koruyorum esasen; ama, samimi dostlarımın “söz uçar yazı kalır” “hatırda kalmaz, satırda kalır” “yarın çekip gideceksin dünyadan, hani biraz hatırlanmayı biraz da bilginin –belki sevginin ve tutkunun da- aktarılmasını teminen biraz karala kardeşim” yollu tavsiyeleri üzerine başladım ufak ufak ve ilk fark ettiğim şeylerden biri oldu memleketimi aslında ne kadar seviyor olduğum. Siz de anlamışsınızdır, söz dönüp dolaşıp memleketime geliyor. E tabii “vatan sevgisi imandan.” Ama gerçekten öyle. Yaz ayları gelip de izin için memleketime gittiğimde, daha ilçeme-köyüme girerken dağın-taşın adeta benim onları özlediğim gibi beni özlediklerini fark ediyorum. Yüzüme gülüyor ortalık. Lisân-ı hâl işte. Söze ne kadar sığarsa.
Bahsimize dönecek olursak başlıktaki ‘ne var içinde’ hem onun hem muhatabın içinde ne olduğunu konu almaktadır.
Önceki yazımızda ‘var içinde’ redifli gazeller üzerinde durmuştuk birazcık. Fakat kısa geçmiştik; devam edelim. Bakalım şairler neyin içinde ne var demişler:
Düşvârcadır eğerçi reh-i teng-i kanâat Yokdur hatar u bîmi selâmet var içinde – Nâbî
Düşvâr : Güç
Eğerçi : Gerçi
Reh : Yol
Teng : Dar
Hatar : Tehlike
Bîm : Korku
[Kanaat’in dar yolu gerçi zor görünür, doğrudur; ama o yol tehlikesiz ve korkusuz, sâlim bir yoldur.]
Bu beytin hatırlattığı Farsça ve hayli meşhur bir beyt:
Be-deryâ der menâfi’ bî-şomârest Eger hâhî selâmet der kenârest
[Deniz türlü türlü zenginliklerin kaynağıdır (inci, mercan, balık, tuz vs) ve pırıltısı ile, dalgaları ile câziptir. Ancak, selâmet istiyorsan kıyıda kal, ayağın yere değsin. Çünkü deniz ne kadar çekici ise bir o kadar da tehlikelidir.]
Hayat tecrübeleri de bize gösteriyor ki kanaatin esas alındığı, gösterişsiz bir hayat dışarıdan görülenin aksine huzurlu ve rahattır.
Nân-ı huşk ile kanâat gibi bir ni’met mi var Künc-i istiğnâ gibi bir kûşe-i rahât mı var – Yahyâ
Nân : Ekmek
Huşk : Kuru
Künc : Köşe
İstiğnâ : İhtiyaçsızlık gösterme, nazlanma (kibirle değil ama, tevazu, vakar ve teslimiyetle)
[Kuru ekmekle yetinmek gibi nimet de yok; “bu bana lâzım değil” demek gibi rahat da…]
Bu bezm ki peymâne-i devlet var içinde Ne kimseye pâyende ne râhat var içinde – Nâbî
[Alemde özendiğimiz mevkiler kimse için kalıcı olmadığı gibi, lezzetten çok sıkıntı veriyor.]
Nâbî bir başka beytinde şöyle söyler:
Serâpâ çeşm-i ibretten geçirdim nüsha-i dehri İçinde mâni-i ârâma dâir bir ibâret yok
[Alem sayfasını ibret gözüyle tepeden aşağı inceledim. Sükûnet (dinginlik) anlamında ufacık bir işarete dahî rastlamadım, ne yalan söyleyeyim.]
‘var içinde’ bahsine devam etmek gerektiği anlaşılıyor ama bu seferlik fazla uzatmayalım.
Saded hârici olarak:
Iyân oldukça gonce dem-be-dem yanında hâr artar Bu gülzârın rakîb-i pür-cefâsı artar eksilmez
Diyarbakırlı Cehdî
[Gülün güzelliği göründüğü oranda yanında diken de artar. Peşinde olduğun dünyevî lezzet ve saadetlerin riski, acısı her daim artar, eksilmez.]
Av. Hayati İnanç