Devlet peyâmı kâni-i yek-nân iken gelir Derde devâ da fâriğ-i dermân iken gelir
Peyâm : Müjde, haber
Nân : Ekmek
Yek-nân : Bir ekmek, bir dilim ekmek
Fâriğ : Vazgeçmiş, ferâgat etmiş
Divan şiirinde çok güzel eserleri bulunmakla beraber, az tanınan ve hatta unutulanlardan biri olan Bursalı Mehmed Emin İffet diyor ki ilk beyitte:
Bir devlet müjdesi, bir sevinçli haber bekleyenler bilsinler ki; o ziyafet haberi, bir dilim ekmeğe kanaat ettiğinde gelir ancak, iştah açıkken değil. Derdin devası da gelir ama, sen dermandan ümit kesip gönlün kırıldığında; yelkenler suya indiğinde; kulluk ve aczin idrâkine varıldığında yani.
Hani “kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” derler ya, o hesap.
Benzer ma’nâda, hikemî şiirin büyük üstâdı Nâbî der ki:
Bu köhne matbah-ı fenâda kimseye Nâbî Nevâl-i ‘ıyşi dem-i iştihâda vermezler
[Bu fânî âlemin köhne mutfağında ağız tadıyla bir sofrayı adama, iştah zamanında vermezler.]
Şeyhülislâm Yahyâ ise der ki:
Zevâli gussasın çeksin deyû ni’met verir yohsa Felek ehl-i dilin sanman ki mesrûr olduğun ister
[Bizim gibi gönül ehli olanlara bir nimet geldiği zaman sanılmasın ki sevindirmek için gelir. Bir gün nasıl olsa elinden çıkacaktır ya nimet; işte o zaman çekeceği ızdırap ziyadeleşsin diyedir.]
Biz kânîiz ko gayrı çerâğ eylesin felek Nân-pâremiz ki niştî-i dendân iken gelir
Kânî : Kanâat etmiş, kanâat ehli olan
Çerâğ : Işık, mum, mumun yanması
Nân-pâre : Ekmek parçası, bir dilim ekmek
Niştî : Kırık, kırılma hali
Dendân : Diş
Biz kanaat etmişiz; bırak başkalarının mumunu yandırsın felek, bırak başkaları muratlarına eriversinler; gözümüz yok. Zaten bilmekteyizdir ki, bizim bir dilim ekmeğimiz gelir ammâ, dişlerimiz kırıldıktan sonra.
Yine Nâbî’nin dediği gibi:
Geldi ni’met, gitti dendân, oldu zâyi’ lezzeti Devlet ikbâl etse ammâ nâ-be-nehgâm olmasa
[Dişler kalmadı, beklenen nimet geldi; arzumuz yerine zamansız gelleseydi; ah!]
Bu noktada çok güzel bir Farisî beyti anmadan geçemeyeceğim. Afganistanlı Bîdil isimli muhteşem bir şairin Farsça Dîvânı var elimde. Kitabı her görüşümde Farsça bilmediğim için hayıflanıyorum ve kendime kızıyorum. Bir beyti şöyle:
Rûzigâr ez rûz-i evvel süfle-perver bûde est Zan sebeb engoşt-i kûçek sâhib-i engoşterest
[Zaman ta başından beri, liyakatsiz olanları taltif ediyor, taçlandırıyor. Aynen şunun gibi ki, beş parmağımız içinde sadece dıştan ikinci parmak kendi başına bir iş yapamaz, verimsiz ve başarısızdır. Ama gel gör ki yüzük de o parmağa takılır.]
Devam ediyor Mehmed Emin İffet:
Ben ağladıkça etti tegâfül o mest-i nâz Hâb-ı girân âdeme bârân iken gelir
Tegâfül : İlgisizlik, istiğnâ, naz
Hâb : Uyku
Girân : Ağır
Bârân : Yağmur
[O, baştanbaşa naz olan sevgili, ben huzurunda ağladıkça ilgisizleşti, nazı arttı ve ağır uykuya vardı adeta. E tabiî normaldir; gözyaşlarımı yağmur zannetti zâhir; malûmdur ya yağmur yağınca insanın uykusu artar.]
… ve şah beyt:
Mahv-i vücûd eyle kemâl ile İffetâ Şemsin ziyâsı hâneye vîrân iken gelir
Mahv-i vücûd : Varlıktan sıyrılmak
Hâb : Uyku
Şems : Güneş
[Varlığından büsbütün sıyrıl İffet! Neyin varsa yağmaya ver, evin duvarlarını yıkmakla da kalma hatta çatısını da kaldır ortadan. Çünkü tamamen göçmüş eve güneşin ışıkları daha iyi ulaşır.]
Şâh-ı âlem gelse çekmez pâyını dâmânına Künc-i istiğnâda Rahmî şöyle bî-pervâ yatur
Rahmî
Pâ, pây : Ayak
Dâmân : Etek, paça
Künc : Köşe
İstiğnâ : Fakire yaraşır naz, ihtiyaçsızlık, minnetsizlik
Bî-pervâ : Korkusuz, çekinmeden
[Ben Rahmî istiğnâ köşemde öyle pervasız ve kimseden çekinmeden yatmaktayım ki; dünya da içindekiler de sizin olsun diye aleme öyle rest çekmişim ki; alemin padişahı gelse ayaklarımı toplayacak değilim.]
Sanman bizi taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik
Yenişehirli Avnî Bey
Devlet : Peşinde olunan dünya nimetleri
Câh : Makam, mevki
[Bu alemde bir talep içinde bulunduğumuz, beklentilerimizin olduğu sanılmasın. Biz bir yar (dost, sevgili) için âh etmeğe gelmişizdir. (İlâhî aşkın maksûd olduğu izâhtan vârestedir.)]
Göz kamaştırıcı divanını tamamladığında henüz 24 yaşında olan muhteşem şair Şeyh Gâlib der ki
Devrde sâkıyân-ı zehr-i minnet ber-murâd olsun Bizi kat’-ı recâ bahşıyla memnûn eylemişlerdir
Sâkıyân : Sakiler, içki (mecazen nimet) sunanlar
Ber-murâd : Murada ermiş
Kat’-ı recâ : Ümit kesme
[Zamanede başa kakarak nimet sunanlar var; ancak ben onlar için hayırlar diliyorum. Çünkü benim, insanlardan bir şey beklemenin yanlışlığına kat’î kanâat edinmeme sebep oldular; böylelikle yalnızca Allah’dan nimet beklemeyi ve yalnız ona yönelmeyi öğrendim. Hürriyetime kavuştum. Kötü komşu mal sahibi yaptı yani; Allah onlardan râzı olsun.]
Rikâb-âsâ basarlar pâların müjgân-ı şîrâna Taalluk hârını anlar ki bîrûn eylemişlerdir
[İnsanlarla yersiz münasebet içinde bulunmak bir eşek sıfatıdır; bu eşeklikten kendilerini kurtaranlara Cenâb-ı Hak öyle bir halet bahşeder ki, terk ettikleri eşeğe mukabil, arslanlar onlara eşek gibi hizmet ederler. Dünyayı terk eden daha hayırlısına kavuşur ya…]
Av. Hayati İnanç