“Bir Gece Vakti” başlıklı yazımızda Şeyh Gâlib’in ve Muallim Nâci’nin birer gazeline temas etmiş ve demiştim ki “bir gün bakarız inşallah!” Sözümü tutmak bakımından bugün Şeyh Gâlib (kullandığı bir diğer mahlâs Es’âd) merhûmun sekiz beyitli ‘olmasın bir kimsenin’ redifli gazeli:
Yâresi muhtâc-ı kâfûr olmasın bir kimsenin Sîneden meh-pâresi dûr olmasın bir kimsenin
Yâre : Yara
Kâfûr: Çok uzak ülkelerden (Hindistan’dan) gelen beyaz renkli ve çok kıymetli ilaç.
Meh-pâre : Ay parçası. Mecâzen sevgili.
Dûr : Uzak (-bîn eki, görüş manası verir. Dûr-bîn: Uzak görüş, uzağı görüş; dürbün)
[Öyle bir yaraya müptelâ etmesin Allah bir kimseyi ki, tedavisi gayet müşkül ola. Türkçemizdeki “Allah dert verip derman aratmasın” latif söyleyişi gibi. Ay parçası gibi olan sevgilisini sinesinden uzak etmesin Allah, bir kimsenin.]
Anber-i deryâ-yı pîç ü tâb mevc-i satrıdır Nâmı bu defterde mestûr olmasın bir kimsenin
Anber : Gelenekteki iki emsalsiz güzel kokudan biri –ki Hint Denizinde yaşayan bir balıktan tedarik edilirmiş-. Diğeri misk –ki o da ceylan göbeğinden elde edilirmiş-
Pîç ü tâb : Karmakarışık. Zülüf gibi. (Zülfün kokusu zaten anbere benzetilir.)
Mevc : Dalga, denizin dalgası.
Satr : Satır
Rüyada bir dostumla hasbihal ederken bu beyti biraz çözdüm. Şöyle ki; ikinci mısradaki ‘mestûr’ kelimesini ‘sin’ ve ‘te’ ile yazılan ve örtülü (setr edilmiş) manası ile –hani meselâ mestûre, örtülü hanım demek ya; bu arada gündeme atıfta bulunduğumuz sanılmamalıdır; söz oraya geldi- anlamaya çalıştık; tabiî manâ mestûr kaldı. Halbuki ‘sat’ ve ‘tı’ ile yazılan ve satır’a dökülmüş, satırlanmış yani yazılmış manâsında mestûr imiş. Tabiî Latin harfleri ile imlâda farkı görmek çok kolay değil. Orijinaline baksak rüyaya gerek kalmazdı belki.
[Aşıklar defterine adı yazılmaya görsün bir kimsenin; anber kokusunun tesiri ile hayatı ve aklı darmadağın olur.]
Gamze-veş mahmûr u bîmâr olmadan bulmaz emân Lutf-i hüsne tab’ı mağrûr olmasın bir kimsenin
Gamze : Yan bakış. Hasta bakış.
-veş : …gibi
Mahmûr : Süzgün
Bîmâr : Hasta
Tab’: Tabiat, huy, karakter
[Gamze gibi süzgün, ölgün ve hasta olmadıkça emân bulmaz (yani, merhamete kavuşmaz) ‘aşık. Güzellik öldürücü ve kahredici olmakla beraber, merhamete gelmesi ve aşığa bir lütufta bulunması halinde –ki o lütuf alışageldiğimiz üzere bal-kaymak değil, zehir tadındadır- eğer âşık’ın tabiatı gurur eder ve bu ni’meti –yani zehir gibi acı ve hakikatte baldan tatlı şifa olan cilveyi- kabulden imtina ederse vay hâline. Âşığa yok olmak yaraşır, karakter atmak değil. “KAHRIN DA HOŞ LUTFUN DA HOŞ” vaziyeti.]
Fitnekâr-ı aşkda yâ Rab şeh-i endîşesi
Leşker-i zülf üzre mansûr olmasın bir kimsenin
Şeh-i endîşe : Korkuların en büyüğü
Leşker : Asker
Mansûr : Yardımcı
[Aşk canın-başın hiçe sayıldığı bir harp, bir fitnedir. En büyük korku da sevgilinin cefa oklarına maruz kalmak, acı çekmek falan değil –zira bunlar nimetten sayılır- tard edilmektir. Sevgilinin saçlarının her bir kılı, aşık için oktan tesirli silahtır. Bunlara göğüs germek cana minnettir de; Allah şunu vermesin ki, bunca harp-darp sonunda gözden-gönülden düşülmüş olmaya.
Süfyân-ı Servî Hazretleri genç yaşında üzüntüsünden iki büklüm olmuş; sebebini soranlara “Allah’ımızın en günahkâr kulu olmak değil asıl korkum; çünkü günâhım ne kadar çok olsa rahmet-i ilâhî elbette ondan büyüktür ve ben hâşâ ümit kesmem afv-ı iâhîden; ancak afv-ı ilâhî îmân sâhiplerine mahsûstur; ben son nefes fitnesinde îmânımı kaybetmekten korkuyorum”]
Çeşm-i yârı zevk-ı mey bed-mest-i nâz etti dirîğ Mâtemi hem-hâne-i sûr olmasın bir kimsenin
Dil verip ağyâr-perver şûha men gibi gedâ Düşmen-i bed-hâhı mesrûr olmasın bir kimsenin
Laht laht olup dili âyîne-i sad-pâre-veş Merhemi jengâr-ı nâsûr olmasın bir kimsenin
Gayret-i aşk eyler Es’âd kâse-i ömrün şikest Hem-sifâl-i bezmi fağfûr olmasın bir kimsenin
İzninizle kalan dört beyti bir sonraki yazıda ele alalım.