İçli ve yakıcı bir üslûbu vardır Muallim Nâcî merhûmun. Oldukça genç (1850 – 1893) vefat etmiştir. Asıl adı Ömer’dir. Mes’ûdî, Harabî mahlaslarınıda kullanarak şiirler yazmıştır. Kayınpederi Ahmet Midhat Efendinin çıkardığı Tercüman-ı Hakikatte yazdı.
İhtirâz-ı ta’neden kalmakdadır âhım nihân
Bir hakîkat kalmasın âlemde Allahım nihân
İhtirâz: Çekinme
Ta’n: Kötüleme
Nihân: Gizli
[Onun bunun diline dolanmaktan çekindiğim için hissiyatımı açığa vuramıyorum. Allahım! Hiçbir hakikat gizli kalmasın.]
Aşka şöhret hüsne mestûrî olur revnâk-fezâ
Sen ol ey mihrim hüveydâ sen kal ey mâhım nihân
Hüsn: Güzellik
Mestûrî: Örtülü olma hâli
Revnâk-fezâ: Renklilik, gösterişlilik
Mihr: Güneş
Hüveydâ: Açıkta, meydanda
Mâh: Ay
[Sevgiliyi (daha doğrusu güzelliği) aya, aşkı ise güneşe benzeterek diyor ki; “Aşkın herkesçe bilinmesi, şöhret bulması yaraşır, güzelliğin ise örtülü olması esastır. Öyleyse ey sevgili sen gizli kal gözlerden, kimse görmesin seni; benim aşkım ise âleme şöhret salsın.]
Tabiî şöhret bulan aşk, âşığa türlü belâlar getirecektir. Şairimiz o belâlara baştan razı olduğunu ilân etmekte, gayrıların gözünden sakındığı sevgilinin ise gizli olmasını gayret (kıskançlık) ile talep etmekte; ancak bunu çok güzel bir sebebe bağlamakta ve gerekçelendirmektedir: “hüsne mestûrî yaraşır”
Şeyh Gâlib’in benzer iki mısraı var ki muhteşem:
Çarha feryâdı tanîn-endâz olursa gam değil
Bâis-i feryâdı meşhûr olmasın bir kimsenin
[Aşığın feryadı gökleri inletse problem değil; yeter ki feryâdının sebebi dile düşmesin.]
‘Yar adını desem olmaz / Düşer dillere dillere’
Arz eder sîmâ-yı resmim gönlümün maksûdunu
Kalsa da zîr-i leb-i hâmemde dil-hâhım nihân
Zîr: Alt
Leb: Dudak
Hâme: Kalem
[Kalemimin dili altında kalsa da, yani yazamasam da, ehil olan halimden anlar gönlümün maksadını. Yunus Emre Hazretleri diyordu değil mi: Deprenmeden dil dudak / Sözü işiten gelsin.]
Bî-hod eylerdi temâşâ-yı cemâlin âlemi
Dîdelerden kalmasan ey cân-âgâhım nihân
Hod: Kendisi
Temâşâ: Seyir, görme
Dîde: Göz
[Ey sevgili! Eğer gözlerden gizli olmasaydın, bütün âlem güzelliğinin seyrinde kendini kaybederdi.]
Allah aşkını terennüm ettiği bu son beyitle apaçık meydanda değil mi?